GüLeSeVDaLı
  05 Ekim 2010
 
Ölüm korkunçtur!
 

Ölüm korkunç olduğu halde, insanların ölümden habersiz gibi yaşamaları, ölümü az düşündüklerindendir. Hatta dünya zevkleri ile meşgul olan kalb ile düşününce etkisi az olur veya hiç olmaz. Korkunç olan ölümün kolay geçmesi için, ölümü hatırdan hiç çıkarmamak gerekir. Bunun için de, kendi arkadaşlarından kendinden önce ölüp, çoluk çocuklarını, mallarını, dostlarını bırakarak toprak altına girenleri düşünmelidir. Makam sahibi olanların etki ve yetkilerinin kalmadığı, toprağın onları nasıl çürüttüğü, düşünülmelidir. Hayatta iken neler yapıyor, nasıl konuşuyorlardı. Yapılacak birçok işi vardı. Ölümü unutup yaşıyorlardı. Kimi malı ile kimi makamı ile, kimi gençliği ile gururlanıyordu. Ölüm bunları ansızın yakaladı. Şimdi hepsi unutulup gitti, hayal oldu.
İşte bir kimse de, bunları düşünüp mezarlarını ziyaret ederek kendisinin de aynı akıbete uğrayacağını bilirse, kalbi yumuşayabilir, dünyanın faydasız şeylerine dört elle sarılmaktan vazgeçebilir.
Kısa emelli olmak
Uzun emelli olmaktan sakınmalıdır. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Sabahleyin akşama, akşam ise sabaha çıkacağını düşünme!)
(Uzun emelli olmanızdan korkuyorum. Uzun emel, dünya sevgisinden ileri gelir.)
(Ulaşamayacağınız uzun emeller peşinde koşmaktan Allahtan korkun!)
(İnsan 99 ümit peşindedir. Umduklarını kaçırırsa ihtiyarlar.)
(Kişi yaşlandıkça uzun emeli ve mal sevgisi gençleşir.)
(Cenneti isteyen, uzun emelli olmasın, dünya işleri ile uğraşması, ona ölümü unutturmasın.)
Peygamber efendimiz, üç tane çubuk aldı. Birini önüne, birini de yanına dikti. Diğerini de uzaklara attı. Sonra, (Bu çubuk insan, yanındaki de eceli, uzaktaki ise emelidir. İnsan emellerinin peşinde koşar; fakat eceli onu yakalar, emeline ulaşamaz.) buyurdu.
Azrail aleyhisselamla kardeş gibi görüşen Yakub aleyhisselam dedi ki:
- Senden bir ricada bulunacağım. Ecelim yaklaşınca bana haber ver!
- Sana birkaç haberci gelir.
Bir müddet sonra Hz. Azrail yine gelir. Hz.Yakub sorar:
- Ziyaretime mi geldin?
- Canını almaya geldim.
- Hani bana birkaç haberci gelecekti?
- Sana haberci gelmedi mi? Saçların ağarmadı mı? Vücudun zayıflamadı mı? Dimdik duran belin bükülmedi mi?
Hikmetli sözler
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: İnsan öleceği zamanı bilseydi, aklı başından giderdi. İyi ki ölüm vakti gizlendi. Eğer gaflet olmasaydı, hiç kimse bir işine bakmazdı. Gaflet ve uzun emel, kötü olduğu kadar aynı zamanda iki büyük nimettir. Eğer bu ikisi olmasaydı, müslüman sokakta yürüyemez hale gelirdi.
İnsan genelde ahmak olarak yaratılmıştır. Eğer her şeyi inceden inceye düşünebilseydi, hiç kimse geçimi için çalışmazdı. Dünya, mamurluğunu, ahmakların gafletine borçludur.
Ne gariptir ki, ölüm senin peşinde, sen ise dünyalık peşindesin.
Zahitlik, kaba kumaş giymek değil, uzun emeli bırakmaktır.
Gömleği kirli bir zata, (niçin yıkamıyorsun) dediklerinde, (Daha önemli işim var) demiş.
Ölüm boyna asılı, dünya ise sırtınıza yüklenmiştir. İnsan, kılıç, boynuna vurulacak gibi ölüme hazır olmalıdır.
Hergün ölüme yaklaşmaktasın. Ecelin geldi denilmeden ölüme öyle hazırlıklı ol ki, Azrail aleyhisselam gelince, (Az izin ver de, bende hakkı olanlarla helallaşayım, oğluma telefon edeyim, şu işimi şöyle yapsın, kiminde borcum var, kiminde alacağım var. Bu işlerimi bir halledeyim) demek ihtiyacını hissetmemek gerekir. Vasiyeti her zaman hazır bulundurmalıdır.

 

Bid’ati iyi bilmeli!
 
 

Bid’at konusu, müslümanlığı yaşayanları yakından ilgilendiren bir kelimedir. Bir kısım müslümanların sünnet diye işlediği işlere, bazı müslümanlar bid’at diyor. Kiminin bid’at diyerek sakındığı şeylere bazıları da sünnet diyor. Adam sünnet diye iki karış sakal uzatıyor. Kimi de sünnet diye yüzünde yarım parmak kadar kıl bırakıyor. Bunların hangisi sünnet veya bid’at? Bid’ati sünnet diye işlemek haramdır. Müezzinin farza başlarken okuduğu üç ihlas sünnet mi bid’at mi? Müezzinin tesbihlere komut etmesi nedir? Namazlardan sonra Ayet-el kürsi yerine selaten tüncina okumak bid’at midir? TVdeki imama uyup namaz kılmak, teybe ezan okuyup bunu her vakitte ezan olarak dinlemek ve ilahileri, mevlidleri herhangi bir çalgı aleti ile çalmak bid’at midir? Anneler babalar günü tertip etmek yaş günü tertip etmek bid’at midir? Evliya kabirlerine gidip onlardan yardım istemek bid’at midir? Ölünün yedinci, kırkıncı, elliikinci gecelerini yapmak bid’at midir? Ağaçlara bez bağlamak, nazar boncuğu takmak bid’at midir?..
Sünnet olduğu halde bid’at olarak bilinen veya bid’at olduğu halde sünnet gibi işlenen çok şeyler vardır. Hepsini saymaya lüzum yoktur. Genel kaide bilinirse, hepsinin cevabını kendimiz verebiliriz.
Bid’at nedir?
Bid’at, sonradan çıkarılan şey demektir. Bunlar ya âdette olur veya ibâdette olur.
Âdette bid’at, sevab beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Âdette bid’at, bir ibâdeti bozmazsa veya dinin yasak ettiği birşey değilse günah olmaz. Âdette olan bid’at, ceket, pardösü giymek, çay ve kahve içmek gibi dinin yasak etmediği bir şey ise, günah değildir. Peygamber efendimiz, papaz ayakkabısı ve kolları dar Rum cübbesi de giymiştir. Fen bilgileri ve fen aletleri, fen işleri dinde bid’at değildir. Bunları faydalı yerlerde kullanmak günah değildir. Fenni buluşlara sahip çıkmak, dinimizin emridir. Çünkü (İlim Çin’de de olsa alın! Fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın) hadis-i şerifleri, kâfirlere uymayı değil, fenni onlarda bile olsa, arayıp bulmayı emretmektedir.
İbadette Bid’at, Peygamber efendimizin ve dört halife zamanında bulunmayıp da, dinimizde, sonradan meydana çıkarılan, uydurulan inanışlara, sözlere, işlere, şekillere ve adetlere denir. İbadetlere bid’at karıştırmak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Her bid’at sapıklıktır ve sapıklık yapan da Cehennemdedir.) buyuruldu. İbadete bid’at karıştırmak, Allahü teâlânın bildirdiği dinde noksanlık bulmak, koyduğu hükümleri beğenmemek, dini değiştirmek olur. Kâfirlerin ibâdet olarak yaptıkları şeyleri müslümanların yapması caiz olmaz. Mesela papazlar, ibâdet için zünnar kuşanır, haç takar. Müslümanların, böyle yapması küfür olur.
Bizden olmayanlar
Peygamber efendimizin, (İbadetleri bizim gibi yapmayanlar, bizden değildir.) sözünü düşünerek, ibadetlere ilâve ve çıkarma yaparak dini değiştirmekten çok sakınmalıdır! Dini kuran biz değiliz ki, değiştirme yetkisi bizde olsun! İtikad ve ameldeki bid’atten de çok sakınmalı. Hayhuy edenleri veya (Kur’anla amel etmiyorsunuz, ben de bu Kur’anı yere atıyorum) diyerek Mushafı şerifi halkın üzerine atan, sonra para toplamak için ağlayan kimseleri görüp de, bu bid’at sahiplerini iyi müslüman sanmamalıdır. Çünkü Peygamber efendimiz, (Bid’at işleyene şeytan çok ibâdet yaptırır. Onu çok ağlatır.) buyurmaktadır.
Şimdi bir şeyin bid’at olup olmadığını bilmek için genel bir kaide verelim: Sünnet olmayan bir şeyi sünnet diye işlemek bid’attır. Mesela Aşure günü sünnet sanarak aşure pişinmek bid’attır. Sünnet olmadığını bilerek, o gün bir tatlı yapmak niyetiyle aşure pişirmek bid’at olmaz, sevap olur. Sakalın sünnet ölçüsü dudaktan itibaren bir tutamdır. Sünnet diye bunu kısa yapmak bid’at olur. Çünkü sünneti değiştirmek haramdır. Bu kaide öğrenilince, öteki bid’atleri de bilmek çok kolay olur

 


Günahı küçük görmek
 

Kur’an-ı kerimde Allahü teâlânın, asilerden intikam alacağı bildiriliyor. Onun için hiçbir günahı küçük görmemeli. Çünkü Allahü teâlâ, intikam alıcıdır. İstediğini yapmakta hiç kimseden çekinmez. Gazabını günahlar içinde gizlemiştir. Küçük sanılan bir günah, intikamına, gazabına sebep olabilir. Yüzbin yıl ibadet eden bir kulunu, bir günah için, sonsuz olarak reddedebilir ve hiçbir şeyden çekinmez. Bunu Kur’an-ı kerim bildiriyor ve ikiyüzbin yıl itaat eden şeytanın, kibredip, secde etmediği için, ebedî mel’un olduğunu haber veriyor. Hz. Âdemin oğlunu, bir adam öldürdüğü için, ebedî tard eyledi.
Hz. Musa zamanında, Belam bin Baura isimli bir zat, ism-i a’zamı biliyordu. Her duâsı kabul olurdu. İlmi o derecede idi ki, sözlerini yazmak için, ikibin kişi yanında bulunurdu. Bu Belam, Allahü teâlânın bir haramına, meylettiği için, imansız gitti. (Onun gibiler köpek gibidir) diye dillerde kaldı.
Karun, Hz. Musanın akrabası idi. Hz. Musa buna duâ etti, kimya ilmi öğretti. O kadar zengin olmuştu ki, yalnız hazinelerinin anahtarlarını kırk katır taşırdı. Zekat vermediği için, bütün malı ile birlikte, yer altına sokuldu.
Salebe, sahabe arasında çok ibadet ederdi. Bir kere sözünde durmadığı için, sahabîlik şerefine kavuşamadı, imansız gitti.
Allahü teâlâ bunlar gibi daha nice kimselerden, bir günah sebebi ile, böyle intikam almıştır. O halde, her mümin günah işlemekten çok korkmalıdır. Ufak bir günah işleyince tövbe, istigfar etmelidir.
Yağmurların yağması, yıldırımların zarar vermesi, depremler, her ne kadar tabiat kanunu denilen olaylar içinde cereyan ediyorsa da, bunların asıl yaratıcısı Allahü teâlâdır. Çünkü imanın altı şartından biri de hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanmaktır. Şair ne demiş:
Cümle eşya Hâlıkındır, kul eliyle işlenir.
Emr-i Barî olmayınca, sanma bir çöp deprenir!
Trafik kazası olsa, birisi birini öldürse, bunları yaratan yine Allahü teâlâdır. O kişinin veya o kişilerin ölümüne o şeyleri sebep kılmıştır. Şair diyor ki:
Hak intikamını yine kul eli ile alır.
Ledün ilmini bilmeyen bunu kul yaptı sanır.
Konya Ereğlisi’nden Necdet Paksoy anlatıyor:
1947 yılı idi. İlçemize bağlı İvriz köyünde çayın etrafındaki piknik alanında içki içilir, kadınlarla çeşitli günahlar işlenirdi. Yine böyle âlemler yapılırken İvriz çayı kabarıyor, ahlaksızlık yapanların hepsini alıp götürüyor, orada taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmıyor. Sular bizim ilçeye kadar gelmişti. İvriz seli darbımesel haline gelmiş, (Günah işlemeyin İvriz seli gelir hepinizi götürür) denmeye başlanmıştır.
Terme ilçesinin Kocaman köyünde, biri çıkıyor, (Bu köyün Allahı benim. Kimse bana bir şey yapamaz) diyor. Yukarı köylerden gelen sel, Kocaman köyünün içinden geçer. Bu adam, sel içindeki bir ağaç kütüğünü almak ister, o kütüğü kenara çekmek isterken daha büyük bir sel gelir, (Kimse bana bir şey yapamaz) diyen adamı boğar.
Bir gazetede, ateist bir yazar, deprem dolayısıyle inanmadığı halde, Allaha dil uzatıyor. Maksadı müslümanları tahrik etmektir. Birçok okuyucu faks çekti. Bir yazı yaz dedi. Lüzum yok, Allah kendine dil uzatanları cezalandırmaktan aciz değil) dedim. Bütün dinsizler, ahirette büyük azaba duçar olacaklardır.

 

Kötülüğü önlemek
 
 

Bir kimsenin, yakınları, komşuları kötülük işliyorsa, bunu önlemek mümkün iken önlememek mi gerekir? Böyle kimselere güzellikle anlatmaya çalışmalıdır. Güzellikle anlatmayan kimsenin, emr-i maruf ve nehy-i münker yapması, yani iyiliği tavsiye etmesi ve kötülükten uzaklaştırmaya çalışması doğru olmaz.
Emr-i maruf ve nehy-i münker, farz-ı kifayedir. Maruf, dinimizin emrettiği hususlardır. Münker ise, dinimizin yasakladığı, yani Allahü teâlânın razı olmadığı işlerdir.

İyiliği tavsiye
Emr-i maruf çok mühimdir. Emr-i maruf yapılmazsa, ilim yok olur. Cehalet ve sapıklık yayılır. Fitne her tarafı kaplar. Emr-i maruf, herkese değil, gücü yetene farzdır. Her gücü yetene de farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.) [A.İmran 104]
Gücü yeten müslümanlar, hakkı, doğruyu söylemezse, yani emr-i maruf ve nehy-i münker yapılmazsa, o ülkenin başına büyük belâların geleceğini dinimiz haber vermektedir.
(Allahü teâlâ, bir meleğe, bir beldenin altını üstüne getirmesini emreder. O melek, bu kasabada hiç günah işlemeyen bir zatın da olduğunu, o zatı kurtarıp kurtarmayacağını suâl edince, Cenab-ı Hak, “Bütün şehir halkı ile onu da alt üst et! Çünkü o zat, günah işleyenlere yüzünü ekşitmemiştir” buyurdu.)
(İçinde peygamberler gibi ibâdet eden seksen bin kişi bulunan bir ülke azaba maruz kalmıştır. Çünkü onlar, Allah için buğzetmedi, emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunmadı.)
Peygamber efendimize, (İçinde iyilerin de bulunduğu bir ülke helak olur mu?) diye soruldu. Cevabında, (Evet helak olur. Çünkü günah işlendiğinde, iyiler sükut edince, hepsi helak olur.) buyurdu.

Emr-i mar
Emr-i maruf sevaptır
uf yapmanın sevabı çoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın yeryüzünde şehidlerden üstün mücahidleri vardır. Bunlar, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker yapanlardır.)
(Bütün ibâdetlere verilen sevap, Allah yolunda savaşa verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Savaşın sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i münker sevabı yanında denize göre, bir damla su gibidir.)
(Emr-i maruf ve nehyi münker yaparken öldürülen kimse şehiddir.)
(İmkânı var iken, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayan bizden değildir.)
(Emr-i maruf ve nehy-i münker yapılmaması kıyamet alâmetidir.)
Abdulgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
(Söz ve yazı ile emr-i maruf âlimlerin vazifesidir. Kalb ile, duâ ederek, günah işleyene mani olmaya çalışmak da her müminin vazifesidir. El ile müdahale ise devletin vazifesidir.) [Hadika]
Faydası olmayacağı ve zarar geleceği bilindiği halde, her günah işleyene emr-i maruf yapmaya kalkmak doğru değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, kıyamet günü, bir kuluna, günah işleyeni gördüğü zaman niçin engel olmadığını soracak, o kimse de, “Onun zararından, düşmanlığından korktum, senin af ve mağfiretine güvendim” diyecek ve mazur görülecektir.)

 

Sır saklamanın önemi
 
 

Sır, gizli kalması ve herkese söylenmemesi gereken şeydir. Başkaları duyunca, ya mahçup oluruz veya o işi başaramayız. Bu bakımdan sır saklamak, başarının önemli sebeplerinden biridir. Sır sayılabilecek işler gizli tutulmalıdır.
Birçok devlet adamı, başarılarının en mühim sebebinin sır saklamak olduğunu bildirmişlerdir.
Padişahlar daima öyle bir yol tutmuşlar ve öyle hayat sürmüşlerdir ki, sırlarını hiç kimse, hatta hanımları da bilmezdi.
Fatih Sultan Mehmet Hanın, “Yapacağım işleri, sakalımın bir kılı bile bilse, onu kopartırım” dediği meşhurdur.
Hikmet ehli diyor ki
Sır, insanın esiridir. Açıklayınca, insan ona esir olur. Sırrını hiç kimseye söyleme! Akıllıya söylersen, seni zelil görür. Ahmağa söylersen, başkalarına söyleyerek sana hıyanet eder.
Ahmağın kalbi ağzında, akıllının dili kalbindedir. Yani ahmak sır saklayamaz, akıllı sırrı ifşa etmez.
Bir kişiye söylenen sır, sırlıktan çıkar.
Kime sır söylersen onun kulu olursun.
Sırrını söyleyen ekseriya pişman olur.
İnsan, söylemediği sözün hakimi, söylediği sözün mahkumudur.
Açıklanan sır yayılır muhakkak,
Sır saklayamayana denir ahmak.
Kerem sahibi ile, aran açılsa bile,
İyiliğini söyler, kötülüğünü gizler.
Kötülere gelince, dostluk sona erince,
İyiliğini gizler, kötülüğünü söyler.
Sırrı gizleyebilen mertler azdır. Başkalarının söylediği gizli şeyleri, adeta unutmalı, hiç kimseye söylememeliyiz! Cenab-ı Hakkın bir ismi de Settardır. Ayıpları, çirkin işleri gizler. İnsanların ayıplarını gizleyen kulunu da sever. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Arkadaşının aybını gizleyen, bir ölüyü diriltmiş gibi sevab kazanır. Allahü teâlâ böyle kimsenin dünya ve ahırette ayıplarını örter.)
Bir sözünün duyulması, o kimseye zarar verecekse, o kimse “Bunu kimseye söyleme” demese bile, o sözü gizlemelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir kimse, etrafına bakınarak bir söz söylerse, o söz dinleyene emanettir. Bunu başkasına söylemesi helal olmaz.)
Birine sır emanet edilse, o kimse de bu sırrı başkalarına söylese, yani hıyanet etse, bu işler münafıklık olur. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Emanete hıyanet münafıklık alametidir.)
Söz taşımak
Doğru olarak söz taşımak da günahtır. Yalan katılırsa iftira da olur. Vebalinin ağırlığı düşünülerek “Taş taşı da, söz taşıma” derler.
Peygamber efendimiz, piç olan kimsenin kendisine söylenen sözleri saklayamayacağını bildirmiştir. Bir kimse, sır saklamaya muvaffak olamıyorsa, piç değilse bile, muhakkak onda karışıklık vardır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Söz taşıyan, veled-i zinadır veya zina karışıklığı bulunan kimsedir.)
(Söz taşıyan melundur, helalzade değildir.)
(Sizin en kötünüz, söz taşıyan ve ayıp araştırandır.)
(Söz taşıyan benden değildir.)
(Söz taşıyan, kıyamette maymun suretinde haşrolunur.)
(Söz taşıyana, kabrinde bir ateş musallat olur, onu kıyamete kadar yakar.)

 

Kıyametin kopuşu
 
 

Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmemiş, (Onu ancak Allah bilir) buyurulmuştur. Kıyametin kopmasına yakın çeşitli alametler çıkacaktır. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Rabbinin bazı ayetleri [alametleri] geldiği gün, önce iman etmemiş veya imanında hayır kazanmamış olana, [o günkü] imanı fayda vermez.) [Enam 158]
Hadis-i şerifte, bazı alametlerin ne olduğu şöyle bildirilmektedir:
(Şu üç şey ortaya çıkınca, iman etmemiş veya imanından hayır kazanmamış olana, imanı fayda vermez: Güneşin batıdan doğması, deccal ve dabbet-ül-arz.) [Tirmizî]
Kıyamet koparken, dünya, şimdiki yörüngesinden çıkıp, başka bir yörüngeye girer, daha sonra dağlar hallaç pamuğu gibi atılır, taş taş üstünde kalmaz, apartmanlar, gökdelenler, köşkler yıkılır. Her yer maddi ve manevî olarak viran olur. Kıyametin ne zaman kopacağı belli değil ise de, birçok alametleri çıkmıştır. On büyük alamet çıkmadıkça Kıyamet kopmayacağını Peygamber efendimiz bildirmiştir.
On büyük alamet
Müslim’deki Hadis-i şerifte, şu on alametin çıkacağı bildirilmiştir:
1- Mehdi gelecek: Babası Abdullah, anası Aminedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Mehdinin başı hizasında bir bulut olur, buluttan bir melek, “Bu Mehdidir, sözünü dinleyin” der.) [Ebu Nuaym]
2- Deccal gelecek: Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Deccal çıkar, tanrı olduğunu söyler. Onun tanrı olduğuna inananın imanı gider.) [İ.E.Şeybe]
3- Hz. İsa gökten inecek: Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Elbette o [Hz.İsa’nın Kıyamete yakın gökten inmesi], Kıyametin yaklaştığını gösteren bilgidir. Bunda şüphe etmeyiniz!) [Zuhruf 61]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(İsa aleyhisselam, inince, her yerde emniyet meydana gelir. Öyle ki aslanla deve, kurtla kuzu serbestçe dolaşır, çocuklar yılanlarla oynar.) [Ebu Dâvud]
(Deccal, çıktıktan sonra, İsa inecek, Deccalı, öldürecektir.) [Müslim]
(İsa, yere inince, evlenecek bir oğlu olacak, kırk yıl kadar yaşayıp ölecek ve benim yanıma defnedilecektir.) [Mevahib]
(Eshab-ı Kehf, Hz. Mehdi’nin yardımcıları olacak ve İsa aleyhisselam bunun zamanında gökten inecek ve Deccal ile harb ederken, Hz. Mehdi, onunla beraber olacaktır.) [İ.Süyuti]
(Meryemin oğlu İsa, bir hakem olarak gökten inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecektir.) [Buharî] [“Domuzu öldürecek” yani domuz eti yemeyi yasaklayacaktır. Haçı kıracak, yani Hıristiyanlığı kaldıracaktır.
4- Dabbet-ül arz çıkacak: Bu hususta birçok Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Dabbet-ül arz, Musa’nın asası ile mümine dokunur, alnına “Cennetlik” yazılır, yüzü nurlanır. Kâfire, Süleyman’ın mührü ile vurur, “Cehennemlik” yazılır, yüzü simsiyah olur.) [Tirmizî]
5- Yecuc ve Mecuc çıkacak: Kur’an-ı kerimde
buyuruluyor ki: (Yecuc ve Mecuc, set yıkılıp her tepeden akın ederler.) [Enbiya 96]
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Yecuc ve Mecuc, Kıyametin ilk alametlerindendir.) [İ.Cerir]
6- Duman çıkacak: Kur’an-ı kerimde, (Gökten duman çıkacağı günü gözetle!) buyuruldu. [Duhan 10]
7- Güneş batıdan doğacak: Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz.) [Buharî]
8- Ateş çıkacaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hicazdan ateş çıkacaktır.) [Müslim]
9- Doğu, Batı ve Arabistan’da ay tutulacak ve yer batması olacaktır. (B.Arifin)
10- Kâbe yıkılacaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Habeşli biri Kâbe’yi tahrip edecektir. Onu şu anda siyah elleri ile Kâbe’nin taşlarını bir bir söker hâlde görüyorum.) [Buharî]

 

Hüsnüzan ve suizan
 

Hüsnüzan, bir şey hakkında iyi düşünmek, suizan ise kötü düşünmektir. Ömrün sonuna doğru, daha çok Allahü teâlâya hüsnüzan etmeli, (Ben çok günahkâr isem de, Allahü teâlâ beni affeder) diye ümit etmelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, kendisine hüsnüzan edilerek yapılan duâyı, kabul eder.)
(Kıyamette, bir kimse, cehenneme götürülürken arkasına dönerek, “Ya Rabbi, dünyada sana hep, beni cehenneme atmaz diye hüsnüzan ettim” deyince, “Onu cehenneme götürmeyin! Kulum beni nasıl zannetmişse, ona öyle muamele ederim” buyurur.)
Günahımız çok olsa da, Allahü teâlânın affedebileceğini düşünmek hüsnüzan olur. Kur’an-ı kerimde, (Ey günahı çok olan kullarım, Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allah bütün günahları affeder. O sonsuz magfiret ve merhamet sahibidir.) buyuruldu. (Zümer 53)
Ölüm döşeğinde, (Korkuyorum; fakat Allahın rahmetinden ümidimi de kesmiyorum) diyen gence, Resulullah buyurdu ki: (Müminin kalbinde korku ile ümit varsa, Allahü teâlâ, ona umduğunu verir, korktuğundan da onu emin eder.)
Allahın rahmetinden ümidini kesmek tehlikelidir. Kur’an-ı kerimde buyuruldu ki: (Kötü zanda bulunduğunuz için helâke mahkûm kavim oldunuz.) [Feth 12]
Allahü teâlâ, Hz. Davud’a vahyetti ki: Beni sev, beni seveni sev ve beni kullarıma sevdir! Beni sevsinler. Nimet ve ihsanlarımı onlara hatırlat, onlar benden ancak iyilik beklesinler.
Bir zata, vefatından sonra, rüyada hâlini sorarlar. O da şöyle cevap verir: Allahü teâlâ bana, (Ey kötü ihtiyar, şunları niçin yaptın) diye beni azarlayınca, beni büyük bir korku aldı. “Ya Rabbi, böyle sorguya çekileceğim bildirilmedi” dedim. (Ne bildirildi) buyurdu. Ben de râvilerin ismini sayıp, (Müslüman olarak saçı sakalı ağarana azap etmekten hayâ ederim) buyurduğunu bildirdiler, dedim. (Sen ve râviler sadıksınız. Ben de seni magfiret ettim) buyurdu.
İnsanları Allahın rahmetinden ümitsizliğe düşürene, kıyamette Allahü teâlâ, (Sen, kullarıma rahmetimden ümit kestirdin. Bugün sen de rahmetimden mahrumsun) buyuracaktır. O hâlde her mümin, Allahü teâlânın azabından korkmalı, rahmetinden de ümidini kesmemeli! Hadis-i şerifte (Suizan yanlış karar vermeye sebep olur.) buyuruldu. Zan ile, başkasının kötü olduğunu kabul eden, onu gıybet eder, ona dil uzatır. Onu kötü, kendini iyi bilir. Bu da, helâkine sebep olur. Suizan altında kalmamak için, töhmet altında bırakacak yerlerden, işlerden uzak durmalı. Aksi takdirde, dedikoduya kendisi sebep olacağı için, onların işleyecekleri günaha ortak olur.
Peygamber efendimiz hanımı Safiyye validemiz ile konuşurken, oradan geçen iki

 gence, (Bu hanımım

) buyurdu. (Ya Resulallah, sizden de mi şüphe edilir) dediler. (Kanın damarlarda dolaştığı gibi, şeytan da insanın içine girer, size vesvese verir diye korktum) buyurdu. Hz. Ömer, bir kadınla şüphe uyandıracak şekilde konuşan birinin yanına varınca, adam, (Bu, hanımım) dedi. Hz. Ömer, (Hanımınsa, niçin şüphe uyandıracak şekilde konuşuyorsun) buyurdu. Bir zat, bir kadınla Mekke’deki müşriklere, Mekke’nin fethi için hazırlık yapıldığını bildiren bir mektup gönderdi. Vahiy ile durumu öğrenen Peygamber efendimiz, üç kişiye emretti. Onlar da, kadına yetişip mektubu istediler. Kadın, inkâr etmişse de, (Resulullah yalan söylemez, mektubu çıkarmazsan...) diyerek tehdit edilince, kadın saçlarının arasındaki mektubu çıkarıp verdi.
Mektup getirilince, o zat, (Mekke’de çoluk çocuğum var. Müşriklerin zararı dokunmasın diye bunu yazdım) dedi. Hz. Ömer, (Ya Resulallah, izin ver, şu münafığın kellesini uçurayım) dedi. Peygamber efendimiz, onun münafıklardan olmadığını bildirerek, (Allahü teâlâ, Bedir’de bulunanları affettiğini bildirdi. Bu zat da onlardandır) buyurunca, Hz. Ömer, suizan ettiği için ağladı. Şu halde suizan yanlıştır. Zan kesin bilgi değildir. Kur’an-ı kerimde buyuruldu ki: (Onlar zanna uyarlar, hâlbuki zan, haktan [ilim ve itikaddan] hiçbir şeyin yerini tutmaz.) [Yunus 36]


Edebe riayet etmek
 

Edeb, güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlâk, hayâ, nezaket, zarafet gibi manalara gelir. Mesela terbiyeli çocuk, edebli çocuk demektir. Hadis-i şerifte, (Evladınıza ikram edin, edebli, terbiyeli yetiştirin!) buyurulmuştur. Âdab, edebler, güzel huylar, iyi haller ve davranışlar; her konuda haddini bilip sınırı aşmamak demektir.
Dinimiz İslâmiyet, baştanbaşa edebdir. Edeb, kulun kendisini Cenab-ı Hakkın iradesine tabi etmesi, güzel ahlâklı olmasıdır. Hadis-i şerifte, (Sizin en iyiniz, ahlâkı en güzel olanınızdır.) buyuruldu.
Hz. Ömer, (Edeb, ilimden önce gelir) buyurdu. Çok heybetli olmasına rağmen, edebinden, hayâsından Resulullahın huzurunda çok yavaş konuşurdu. Peygamber efendimiz de, bir kimsenin yanında iki diz üzerine oturur, ona saygı olmak için mübarek bacağını dikip oturmazdı. Hadis-i şerifte, (Resulullahın hayâsı, bakire islâm kızlarının hayâsından çoktu) buyuruldu. İbni Mübarek hazretleri buyurdu ki: (Bütün ilimleri bilenin eğer edebinde noksanlık varsa, onunla görüşmediğime üzülmem, bunu kayıp saymam. Fakat edebli ile görüşemesem üzülürüm.)
Hikmet ehli
buyuruyor ki:
İlim gibi edeb de, öyle bir hazinedir ki, onu hiçbir hırsız çalamaz. Din ve dünya güzelliği bundadır. İnsanı hayvandan ayıran edebdir.
Edebi gözetmek, zikirden üstündür. Edebi gözetmeyen Hakka kavuşamaz.
İnsanlar edebe ilimden çok daha fazla muhtaçtır.
En büyük edeb, ilâhî hududu muhâfaza etmek, gözetmek, Allahü teâlânın emirlerine uymak, yasaklarından sakınmaktır.
Bir kimsenin edebli olması, iyi kalblilik ve akıllılık alâmetidir.
İnsan edeb ile dünyâ ve âhirette yüksek derecelere kavuşur.
Edeb şiirle de ifade edilmiştir:
Edeb ehli mazlumdur, zalim olmaz,
Edebsiz ilim öğrenen âlim olmaz.
İlim meclislerinde aradım, kıldım taleb,
İlim geride kaldı ille edeb ille edeb.
Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâdan
Giy ol tâcı emin ol her belâdan
Edeb bu kadar önemli olmasına rağmen, emredileni yapmak edebden önce gelir. (Emre uymak, edebi gözetmekten önce gelir) sözü meşhurdur.

- Gönül meclisi -
Zaman ilimler çarkında,
İnsan olmuyor farkında
Saat saniye arkında
Arif olan söze gelir.

Burda canlar döner öze,
Edeb dile, ele göze,
Lüzum yoktur fazla söze
Haktan ihsan gize gelir.

Dede torun bir arada
Yalan gıybet yok burada
Her güzellik var sırada
Sohbet ehli bize gelir.

İlim hilim derleyenler
Hakkı isbat eyleyenler,
Nükteli söz söyleyenler
İyi kimse göze gelir.

Evliya ki ışık saçar,
Birer aydınlık yol açar
Gençlere kanat kol açar
Bilmeyenler yoza gelir.

İlim aklın gören gözü,
İman kalbin eren gözü
Derde derman veren sözü
Hak hidayet ize gelir.
Nihayet Ağçay - İst.

 

 
 


 
Cin var mıdır?
 

Mutezile fırkasının bir kısmı cin yok derken, bir kısmı ise cinlerin varlığını kabul ederse de, onların insana zarar verdiğini inkâr eder. Nur-ül-islâm kitabında diyor ki: Cinlerin ilk babası Can’dır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Canı da daha önce, zehirli, dumansız ateşten yarattık.) [Hicr 27]
Şeytanlar, iblisin zürriyetindendir. İblis de cin taifesindendir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İblis cinlerdendi.) [Kehf 50]
Cin suresinin ilk ayetlerinde, cinlerden iman edenlerin de olduğu bildirilmektedir. (Nas) suresinde cinlerden insanlara zarar verenlerin bulunduğu, zararlarından Allaha sığınılması bildirilmektedir. Bu bakımdan cinleri inkâr edip, onların insanlara zarar verdiğini inkâr eden kâfir olur. Süleyman aleyhisselamın cinlerden de düzenli askerleri olduğu Kur’an-ı kerimde bildirilmiştir. (Neml 17)
Cehennemin cin ve insanlarla doldurulacaktır. (Secde 13)
Cinler de insanlar gibi, Allahı tanımak ve Ona ibâdet etmek için yaratılmıştır. (Zariyat 56)
Cinlerin, mümin ve kâfir olanları vardır.
Cinlerin etkisi
Cin, insanın içine girebilir. Bu husus hadis-i şerifle sabittir. İnsanın his ve hareket sinirlerine tesir ederek, hareket ve ses hasıl ederler. İnsanın, bu kendi söz ve hareketinden haberi olmaz. Böylece vaktiyle Romada ve Peştede ve Türkiye’de konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak ülkelerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bazı kimseler, bu çocukların iki ruhlu olduğunu veya başka insanın ruhunu taşıdığını sanmışlardır. Bunun yanlış olduğunu dinimiz açıkça bildirmektedir.
Kur’an-ı kerimde cin ile ilgili daha birçok ayet-i kerime vardır. Hadis-i şerifte cinlerden korunmak için duâlar bildirilmiştir. Göz ile görmediğini inkâr etmek, akla da, ilme de aykırıdır.
Akıl, göze değil, göz akla bağlıdır. Göz herşeyi göremez. Mesela tecrübeler neticesinde havanın içinde çeşitli gazlar bulunduğunu biliyoruz. Gözümüzle havayı ve içindeki gazları göremiyoruz. Göremediğimiz için, aklımızı göze tabi kılarak (Hava ve gaz diye bir şey yoktur, olsaydı görürdük) demek aklı, tecrübeyi hiçe saymak olur.
Aklı göze tâbi kılmak
Bugün fen yolu ile suyun oksijen ve hidrojen denilen iki gazdan meydana geldiğini biliyoruz. Bu gazların biri yakıcı, diğeri de yanıcıdır. Suya bakınca ne oksijeni, ne de hidrojeni görmemiz mümkün olmaz. Hatta su renksiz olduğu için ağzına kadar dolu bir şişedeki suyu bile göremeyiz. Aklı göze tabi kılarak (Şişede su, suda da gaz yoktur) diyebilir miyiz?
Aklın önemi, insanlığın şerefi, gözün görme kuvvetiyle ölçülseydi, kedinin insandan daha şerefli olması gerekirdi. Çünkü insan, ışık olmadan, karanlıkta göremezken kedi görebiliyor. O hâlde göze değil, akla göre karar vermek gerekir. Bazı zehirli gazlar, renksiz ve kokusuz olduğu için görülemez ve varlığı anlaşılamaz. Tüpteki bir gazın çıkıp da odadaki insanları zehirlememesi için gaza koku katılır. Bu sayede bir odadaki gazı gözümüzle görmediğimiz hâlde, kokusundan dolayı anlarız. İki biberin birinin tatlı, diğerinin acı olduğunu gözümüzle anlayamayız. Gözün vazifesi bu değildir. Göz, belli bir uzaklıktan sonraki ve belli bir büyüklükten daha küçük olan cisimleri göremez. Küçük mikroplar görülemediği gibi, çok uzaktaki koca bir insan da görülemez. Göremediğimiz için bunların yokluğu iddia edilemez.
Bazı gezegenlerin varlığından haberdar değiliz. Bugünkü fen, bunları anlayamadığı için başka gezegenlerin yokluğu iddia edilemez. Canlıları ayakta tutan ruhu da göremiyoruz, ama inkârı mümkün değildir.
Cinleri inkâr etmek, Allahü teâlâyı inkâr etmektir. Bunun için aklı, fenni, göze tâbi kılmamalıdır! Aksine gözü, akla tâbi kılmalıdır! Akıl da tek başına hakkı bulamaz. Akıl göz gibi, İslâmiyet de ışık gibidir. Yani aklın doğru karar verebilmesi için İslâmiyet ışığına ihtiyacı vardır.

 

 
 

İmansız ölmemek için
 

İmansız ölmeye sebep olan şeyler çoktur. Haramları işlemek ve farzları yapmamak, imansız ölmeye sebep olur. Bunlardan bazısı şöyledir:
1- İmansız ölmekten korkmamak ve Müslümanlığı öğrenmemek. [O halde, imansız ölebilirim diye çok korkmalı ve dinimizi iyice öğrenip tatbik etmeye çalışmalıdır.]
2- Bid’at ehli olmak yani itikadı bozuk olmak.[O halde, önce itikadımızı düzeltmemiz gerekir. İtikadımız düzgün değilse, yaptığımız ibadetlerin, kıldığımız namazların, tuttuğumuz oruçların hiç kıymeti olmaz.]
3- Namaza önem vermemek. Beş vakit namazı vaktinde kılmamak. [O halde beş vakit namazı hiç kaçırmamalıdır.]
4- İnsanlara ve hayvanlara eziyet etmek. [Eziyet. sıkıntı vermek, zulmetmek demektir. Hiç kimsenin kalbini kırmamalıdır. Buna önem vermiyenin akıbeti tehlikeli olabilir.]
5- Allaha şükretmemek ve iyilik edene teşekkür etmemek. [Allaha şükretmek demek, onun yasak ettiklerinden kaçmak ve emrettiklerini eksiksiz yapmaktır. Yani İslamiyete uymak şükürdür. Uymayan şükretmemiş olur. Sadece Ya Rabbi şükür demekle şükredilmiş olmaz. Şükrün gereğini de yapmak gerekir.
6- Kibirli olmak, yani kendini beğenmek. [Kendini beğenen başkalarını beğenmez. Cennetlik olduğumuzu bilmeden kendimizi beğenmemizin ne önemi vardır? İş, neticeye göre değerlendirilir. Netice bilinmeden öğünmek boşadır. Kibirlenmek çok tehlikelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: Büyüklük, üstünlük bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı hiç acımadan Cehenneme atarım.)
(Kalbinde zerre kadar kibir olan, Cennete giremez.)
7- Para, makam ve şöhrete düşkün olmak.
8- Büyük günahlara devam etmek.
9- Fuhuş söz söylemek, fuhşu yaymak.
10- Mahrem akrabayı ziyareti terk etmek.

Bunda da bir hayır var
İnsanın başına, büyük küçük bir sıkıntı, bir bela gelince veya işi ters gidip beklediği neticeye kavuşamayınca, (Hakkımızda hayırlısı böyleymiş. Vaki olanda hayır vardır) deniyor. Bu müminin başına gelen her bela faydalı olduğu için öyle söyleniyor. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Müslüman için Allahü teâlânın her hükmü hayırlıdır. Allahın kazası, herkes için hayırlı değil, sadece Müslüman için hayırlıdır.)
(Mümine gelen her bela, günahlarına kefaret olur.)
(Belayı nimet saymayan, kâmil mümin değildir.)
Müslüman Allahın dostudur. Dostluğun alameti ise, dostun belalarına, sıkıntılarına sabretmektir. Belki de bu bela bizim iyiliğimizedir. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216]
Şu halde, olmasını şiddetle arzu ettiğimiz bir şey bizim zararımıza olabilir. Aksine olmaması için uğraştığımız bir şey de yararımıza olabilir. Bir şeyde lüzumsuz ısrar etmemeli, hayırlı ise olsun diye dua etmelidir. Hz. Ömer buyurdu ki:
Bana bir bela gelirse, üç türlü sevinirim:
1- Belayı Allahü teâlâ göndermiştir. Sevgili gönderdiği için tatlı olur.
2- Allahü teâlâya, bundan daha büyük bela göndermediği için şükrederim.
3- Allahü teâlâ, insanlara boş yere, faydasız birşey göndermez. Bir belaya karşılık, ahirette çok nimetler ihsan eder. Dünya belaları az, ahiretin nimetleri ise, sonsuz olduğundan, gelen belalara sevinirim

Kuralsız din olur mu?

Bir ateist, (Müslümanlık şekilcilik dinidir. Namazın, orucun, haccın belli şekilleri vardır. Kâbe etrafında dönmek, şeytan taşlamak, kurban kesmek tam bir şekilciliktir. Bir de günde beş vakit namaz çoktur. Hıristiyanlarınki gibi haftada bir olsa, örneğin sadece cuma namazı olsa, ben hemen müslüman olurum) diyormuş.
Ateistin, yani dinsizin şekilcilikten maksadı, dinî kurallardır. Kuralsız bir din olamayacağı gibi, kuralsız bir dernek bile olmaz. Hatta kuralsız oyun bile olmaz. Bir futbol oyununda birçok kural vardır. Mesela kale olmasa nasıl oynanır? Kuralsız, düzensiz hayat olmaz. Dünyanın dönüşü, Ay’ın ve yıldızların hareketleri belli bir kural içindedir.
Kâinatta, insan ve hayvan vücudu nasıl bir kurallar zinciri içinde ise, İslâmiyette de belli kurallar vardır. Kuralsız ibadet olmaz. Beş vakitteki namazın vakti, rekât sayısı, kıyam, rükû ve secdelerin nasıl yapılacağı, her yerde nelerin okunacağı bir kural hâlinde bildirilmiştir. Vakit girmeden namaz kılınamaz. Sabahın farzı ikidir, üç olarak kılınırsa kabul olmaz. Akşamın farzı üçtür, iki veya dört rekât kılınırsa kabul olmaz. Dini değiştirdiği için bid’at çıkarmış olur, diğer ibadetleri de kabul olmaz. Orucun hangi ayda tutulacağı, nelerin orucu bozacağı bir kural hâlinde bildirilmiştir. Haccın nasıl yapılacağı, tavafta nasıl dönüleceği, şeytanın ne zaman ve nasıl taşlanacağı, şükür kurbanının nerede ve ne zaman kesileceği ve hacıların, ihramlı iken neler yapamayacağı bir kural hâlinde bildirilmiştir. Zekâtta zenginliğin ölçüsü ve ne oranda kimlere verileceği bir kural hâlinde bildirilmiştir.
Kimlerin kimlerle evleneceği veya evlenemeyeceği bir kural hâlinde bildirilmiştir. Mesela bir kimse mahremleri ile evlenemediği gibi, başkasının nikâhlısı ile de evlenemez.
Dinimizde hangi şeyin haram, hangisinin helal olduğu da bir kural hâlinde bildirilmiştir. Şekilsiz, kuralsız din arayan bulamaz. Amirsiz toplum olmaz. Bir köyde bile bir muhtar bulunur. Hatta bir ailede bile bir aile reisinin bulunması gerekir. Bir yerde iki reis, iki âmir olursa kargaşa çıkar. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Allahtan başka bir tanrı olsaydı, kâinattaki nizam bozulur, karmakarışık olurdu.) [Enbiya 22]
Ateist, (Namazı haftada bire indirelim) demekle, (dinî kuralları kendimiz koyalım, beğendiğimizi alalım, beğenmediğimizi atalım) demek istiyor. Dini biz mi kurduk da, değiştirmeye yetkimiz olsun. Dünya kanunlarını bile kim yapmışsa, yine aynı kimseler, aynı merciler değiştiriyor. Herkese bu değiştirme hakkını vermiyorlar.
Herkes dini değiştirirse, ortaya insan sayısı kadar din çıkar. Artık bu değişik şekillere de din denmez, felsefe denir. Din ile felsefeyi birbirinden ayırmak gerekir.

Şerefimizi koruyalım
İslam âlimleri (Ahir zamanda para, insanın silahıdır. İnsan canını, sağlığını, dinini ve şerefini para ile korur) buyurmuştur. Hadis-i şerifte de, (Ahir zamanda zenginlik saadettir) buyuruldu. Dinini ve şerefini korumak için para vermek günah değil, aksine sevaptır. Hadis-i şeriflerde (Şerefinizi mal ile koruyun!) ve (Kişinin, şerefini korumak için verdiği şey, kendisi için sadaka olur.) buyuruldu. Her türlü tedbire rağmen, zengin olamayan da, hâline şükretmeli, fakirliğe sabretmelidir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Fakirlik, dünyada kusur ise de, ahirette süstür.)
Mal ne kadar çok olursa hesabı vardır, haramdan kazanılmışsa azabı vardır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(O gün, size verilen her nimetten sorguya çekileceksiniz.) [Tekasür 8]
(Rabbin hakkı için, onların hepsine elbette hesap soracağız.) [Hicr 92]
(Zerre kadar hayır yapan sevabını, zerre kadar şer yapan da cezasını görür.) [Zilzâl 7, 8]
Eldeki mal ile de gururlanmak doğru değildir. Mal er geç birgün yok olacak, fakat hesabı kalacaktır. Atalarımız demiş ki:
Mala, mülke olma mağrur, deme var mı ben gibi
Bir muhalif rüzgâr eser, savurur harman gibi

Kerem ile Aslı
 
 

Bir halk hikayesidir. Hikayede, insanın kaderini değiştiremeyeceği ve insanın emellerine bu dünyada her zaman ulaşamayacağı inancı yer alır.
Sururi Şah ile musahibi Keşiş Yahud’un çocukları olmadığından ikisi de dertlidir. Birgün birlikte seyahate çıkarlar. Yolda eğer çocukları olursa birbirleri ile evlendirmeye söz verirler. Önlerine çıkan bir dervişe dertlerini açarlar. Dervişin verdiği elmaları hanımları ile yedikten sonra, Hatice Sultan bir oğlan, Keşiş’in hanımı da bir kız doğurur. Çocuklar büyür, Ahmed Mirza 15 yaşına gelir. Birgün Mirza, avdan dönerken bir bahçede rastladığı gergef işleyen bir kıza tutulur. Bu kız ise Kara Sultan’dır. Ahmed Mirza kızla konuşup isimlerini değiştirirler. Mirza, Kerem Kara; Sultan da Aslı Han ismini alır. Daha sonra Kerem bu aşktan dolayı yemeden içmeden kesilir. Bunu babası duyar. Sururi Şah verdikleri sözü hatırlatarak kızı Keşiş’ten ister.
Keşiş’in kardeşi sihirbazdır. Aslı’nın kendisine bir bela getireceğini söyleyip Azerbaycan’dan Anadolu’ya kaçmalarını söyler. Aslı’yı Kerem’e vermeyi kabul etmeyen Keşiş ailece kaçar.
Kerem de vefalı arkadaşı Sofu ile birlikte Aslı’yı aramaya çıkar. Kerem ile Sofu köy köy, şehir şehir onların peşinden giderler. Bir keresinde Aslı ile buluşacağı sırada Keşiş türlü hilelerle Aslı’yı kaçırır.
Kerem onların Kayseri’de yerleştiklerini öğrenir. Keşiş’in görev yaptığı manastırı bularak orada kıyafet değiştirip hizmetçilik yapar. Ama kimliği anlaşılınca kovulur. Üzüntüden Kerem’in dişleri ağrımaya başlar. Aslı’nın anasının dişçilik yaptığını öğrenir. Kerem diş çektirmek bahanesiyle, Aslı ile buluşur. Kerem başı Aslı’nın dizinde 32 dişini çektirir. Ağzının kanını silerken daha önce verilen nişan mendilinden annesi onu tanır, Kerem’i oradan da kovarlar. Çektiği sevdanın bir kısmını Aslı’ya verip hak dine dönmesi için Allaha dua eder; duası kabul olur. Aslı uykuya dalar. Pirler aşk suyundan verir, hak dini kabul eder. Kerem elini yüzüne sürünce 32 dişi tekrar yerine gelir.
Evde pusu kuran beyin adamları Kerem ile Sofu’yu yakalarlar. Beyin kız kardeşi bu işi çözmek için, Aslı’yı da aralarına katıp 40 tane güzel kızı süsleyerek gül bahçesine salar. Bahçeye getirilen Kerem gözlerini Aslı’dan ayırmaz. Keşiş kızını tekrar kaçırır. Bu defa Kerem ile Sofu onları Halep’te bulurlar. Halep Paşasının arzusu üzerine Keşiş düğüne razı olur. Keşiş bu sefer de, gerdek gecesi kızına sihirli bir elbise giydirir.
Aşıp geldim nice dağlar belinden,
Neler çektim ben bu aşkın elinden,
Kurtulamam elâlemin dilinden
Çöz aslım çöz göğsün düğmelerini.

Hain baban ne bey bilir ne kadı,
Sihirli fistanla elim bağladı,
Dillere düşmeden Keremin adı
Çöz aslım çöz göğsün düğmelerini.
Gerdek gecesi düğmeleri çözüldükçe iliklenen bu elbise sabaha kadar açılmaz. Muradına kavuşamayan Kerem, imsak vakti yürekten bir ah çeker. Ağzından çıkan alev Kerem’i yakıp kül eder.
Bir ateş düştü özüme
Dünya görünmez gözüme
Ölürsem gel mezerime
Yanarım Aslım yanarım.

Keremim söylenir adım,
Arşa dayandı feryadım,
Mahşere kaldı muradım,
Yanarım Aslım yanarım.
Aslı, Kerem’in külleri başında 40 gün bekler. Küller dağıldıkça saçı ile dağılan külleri toplar.
Ağa Kerem paşa Kerem han Kerem,
Ateş Kerem, tutuş Kerem yan Kerem,
İşte ben de yanıyorum can Kerem
Cennetinde buluştursun Rabbimiz.
Kırkıncı gün külleri toplarken saçı tutuşur, Aslı da yanar. Onun külleri de Kerem’in küllerine karışır.

 
 
 

 

 
 
 

 

 

 

Kalb, yürek, gönül, nefis

 

 

 
 

Kalb, göğsümüzün sol tarafındaki et parçası değildir. Buna, yürek denir. Yürek, hayvanlarda da bulunur. Kalb, yürekte bulunan bir kuvvettir. Görülmez. Ampulde bulunan elektrik cereyanı gibidir. Buna, gönül diyoruz. Ampul yürek ise, ışığı da kalbdir, buna gönül de denir.
Gönül insanlarda bulunur, hayvanlarda bulunmaz. Bedendeki bütün aza, kalbin emrindedir. His uzuvlarımızın duydukları bütün bilgiler kalbde toplanır. İnsanın, inanmak, sevmek, korkmak, kalbindedir. İtikad eden, yani iman eden, kâfir olan, kalbdir. Kalbi temiz olan, dine uyar. Kalbi kötü olan dinden kaçar. Güzel, iyi ahlâkın ve kötü huyların yeri kalbdir. Allahü teâlâ dinlerini peygamberleri, kalbi temizlemek için gönderdi. Kalbi temiz olan, herkese iyilik eder. Dünyada rahat, huzur içinde yaşarlar. Ahirette de, ebedi, sonsuz saadete kavuşurlar.
Yürekli cesur demek iken, kalbi var veya kalbli demek yüreği hasta demektir. Yüreksiz, cesaretsiz, korkak demek iken, kalbsiz, merhametsiz demektir. Gönül kalb demek ise de, gönülsüz demek, kalbsiz demek değildir. Gönülsüz isteksiz demektir. Türkçe’den başka dile tercüme yapılırken, kalb eşittir yürek diye tercüme edilirse tuhaflıklar olur. İşte Arapça’dan veya başka dillerden Türkçe’ye tercüme yapılınca bu incelikler bilinmezse gariplikler ortaya çıkar.
Gönül bir de nefs anlamında kullanılır. Nefs kelimesi, yirmiyi aşkın anlamda kullanılmaktadır. Ruh, can, kan, benlik, iç, kalb, büyüklük, yücelik, irade gibi. Fakat daha çok iki anlamı vardır:
Birincisi, bir şeyin özü, kendisi, kişi. Mesela, Kur’an-ı kerimde, (Her nefs, ölümü tadıcıdır) buyuruluyor. İkincisi, Dine uymayan isteklerin kaynağı olarak kullanılır. Buna nefs-i emmare de denir. Bu nefs, Allahın düşmanıdır. Mesela hadis-i kudside (Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır.) buyurulmuştur. Yunus Emre gönülü, kalb ve nefis anlamında kullanarak diyor ki:
Hak bir gönül verdi bana ha demeden hayran olur,
Bir dem gelir neşe saçar, bir dem gelir giryan olur.
Bir dem gelir söyleyemez bir sözü şerheyleyemez
Bir dem dili inci döker dertlilere derman olur.
Bir dem çıkar Arş üstüne bir dem iner yer altına
Bir dem damladır denizde, bir dem taşar umman olur.
Bir dem cehalette kalır hiç birşeyi bilmez olur
Bir dem ilim irfan saçar, hikmet ehli Lokman olur.
Bir dem giderek camiye yüzünü sürer secdeye
Bir dem varır kiliseye incil okur ruhban olur.
Bir dem gelir İsa gibi, ölmüşleri eyler diri
Bir dem çok kabarır kibri, Firavunla Haman olur.
Bir dem döner Cebraile rahmet saçar her mahfile
Bir dem biter her gaile miskin Yunus hayran olur...

 


Cenneti istemek gerek
 

“Cenneti istemem; Allahı görmek isterim.” demek caiz değildir. Çünkü Allahü teâlâ, cenneti cenneti beğenmekte ve onu övmektedir. Övülen, beğenilen cenneti, istememek, Allahü teâlânın beğendiğini beğenmemek, isteyin dediği şeyi istememek olur.
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâyı istemek ve sevmek, ahireti istemek ve sevmektir. Çünkü Allahü teâlâya kavuşmak, ahirette vaad edilmiştir ve Allahü teâlânın kulundan rızası, ahirette belli olacaktır. Hak teâlâ, ahireti sever. Beğenilenden yüz çevirmek, Allahü teâlânın davet etmesine ve beğenmesine karşı gelmektir. Yunus suresinin 25. ayetinde (Allahü teâlâ, Dar-üs-selama [cennete] çağırıyor) buyurmaktadır. Allahü teâlâ, ahirete çağırmaktadır. Ahiretten yüz çevirmek, Hak teâlâya karşı gelmek olur.
Yunus Emre diyor ki:
Cennet cennet dedikleri, birkaç köşkle, birkaç huri
İsteyene ver onları, bana seni gerek seni.

Evliya sözlerini tevil
Yunus Emre gibi Hak aşıklarının, vahdet-i vücuda mensup evliyanın sözleri ancak teville anlaşılır. Böyle sözleri tasavvuf sarhoşu bir velî söylerse, o zaman tevil edilir.
Yunus Emre bu sözleriyle, (Ben elbette cenneti isterim, fakat cenneti istemem, cennete gitmek niyetiyle değil, sırf senin rızana kavuşmak arzusu ile istiyorum) demek istiyor. Burada tecahülü arif (bilmez görünme sanatı da) yoktur. Nasıl olsa Allah cennetten görülecek, Allahı istemekle cenneti de isterim demek değildir.
Vecd ve hâl sahipleri, tasavvuf sarhoşluğu ile şuurlarını kaybettikleri zaman, sözlerinde ve işlerinde mazur olurlar. Hallac-ı Mansur’un enel Hak demesi de böyledir.

Her şeyi güzel görmek

Büyükler, Cenneti, Allahü teâlânın razı olduğu yer olduğundan ve Cenneti istiyenleri sevdiği için, isterler. Cehennemden sakınmaları da, Allahü teâlânın gazab ettiği yer olduğu içindir. Yoksa, Cenneti istemeleri, nefislerine tatlı geldiği için değildir. Cehennemden kaçınmaları, orada azab ve sıkıntı olduğu için değildir. Çünkü bu büyükler, sevgilinin yaptığı her şeyi güzel görür. Bunları kendilerinin, matlubu, maksadı bilirler.
Yunus Emre aynı şiirinde diyor ki:
Aşkın ile yanıyorum, bana seni gerek seni.
Adını hep anıyorum, bana seni gerek seni.
Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni.
Aşkın âşığı öldürür, aşk denizine daldırır
Arananı buldurur, bana seni gerek seni.
Aşkın şarabından içem, Mecnun olup dağa düşem,
Sensin benim hep endişem, bana seni gerek seni.
Aşıklara Mevla gerek, Mecnunlara Leyla gerek,
Sofulara cennet gerek, bana seni gerek seni.
Eğer beni öldürseler, külüm göğe savursalar,
Toprağım yine çağıra bana seni gerek seni.
Yunus Emre benim adım, gün geçtikçe artar odum
İki cihanda maksudum bana seni gerek seni.

 

 
 
Misafire ikram
 

Misafire ikram etmek, güzelce ağırlamak gerekir. Misafire yedirilecek şeylerden korkmamalıdır. Atalarımız, (Misafir on kısmetle gelir, birini yer, dokuzunu bırakır.) demişlerdir. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (Misafir girmeyen eve, melek girmez.), (Misafir istemiyende hayır yoktur.), (Sofra misafirin önünde bulunduğu müddetçe, melekler ev sahibi için istigfar ederler.) , (Allahü teâlâ, bir kavme hayır murad ettiğinde, onlara hediye olarak misafir gönderir. Misafir, rızkı ile gelir gider. Allah da ev halkını mağfiret eder.)
Misafire yumuşaklıkla ve lütufla muamele edilmelidir! İmam-ı Evzai hazretleri (Misafire ikram, ona karşı güler yüzlü ve tatlı dilli olmaktır.) buyurdu. Misafire hazırda ne varsa onu vermelidir! Külfete girmemeli, çeşitli ve pahalı yemekler getirmemelidir! Allahü teâlâ, külfete girenleri sevmez. Peygamber efendimiz, (Misafir için külfete girmeyin, misafir bundan rahatsız olur. Misafirini küstüren Allahı küstürmüş olur.) buyuruyor. Misafire hizmet edene büyük sevaplar vardır. Hz. Ömer, misafirine bizzat kendisi hizmet ederdi. Hizmet edenler mevcut iken niçin kendisinin hizmet ettiği sorulduğunda, (İçinde misafir bulunan evde, melekler ayakta durur.) hadis-i şerifini nakledip, (Melekler ayakta dururken oturmaktan hayâ ederim.) buyurdu. Evde bulunan şeyleri bolca ikram etmeli, misafire verilen çok yemeği israf saymamalıdır. Allah için olan şey, çok olsa da israf olmaz.
Misafire (ye) diye üçten fazla teklif etmemeli. Hele (Allah aşkına ye) diye zorlamamalı. Böyle zorlamalar misafiri gücendirebilir. Misafiri gücendiren Allahü teâlâyı gücendirir. Misafirden hizmet beklememeli, hadis-i şerifte (Misafirinden hizmet beklemek, aklın noksanlığına alamettir.) buyurulmuştur. Hikmet ehlinden birini yemeğe davet ettiler. Üç şartla kabul edeceğini bildirdi: 1- Bana zehir yedirmiyeceksiniz. 2- Sizin çok sevdiğiniz benim sevmediğim birini yanıma oturtmayacaksınız! 3- Beni zindana hapsetmiyeceksiniz!
Razı oldular. Ev sahibi misafirin yanına küçük çocuğunu oturttu. Çocuk zararlı şeyler yaptı. Ev sahibi de yemesi için ısrar edince misafir, (Verdiğin sözü bozdun. Şartlarımı gözetmedin, gidiyorum.) dedi. Yine aynı zatı yemeğe davet ettiler. Yine üç şart ileri sürdü: (Tekellüf, zulüm ve hıyanet yok.) dedi. [Tekellüf, evde bulunmayan şeyi zahmet ve masrafa girerek getirmek. Hıyanet, evde olanı misafire ikramdan sakınmak. Zulüm, evde bulunan her şeyi misafire verip çoluk çocuğu aç bırakmaktır.]
Yemeği acele hazırlamalıdır! Misafirler bekletilmez. Davetlilerin ekseriyeti gelmişse, bir iki kişi beklenilmeden yemeğe başlanır. Gelmiyen fakir ise veya kalbi kırılacak birisi ise beklenebilir.
Sofraya et ve tatlı da getirmelidir! Çünkü yemeklerin iyisini yedirmek, Allahü teâlânın rızasını celbeder. Yemekte iyi su bulundurulmalıdır! (Serin su içmek, Allahü teâlâya şükrü gerektirir) buyurulmuştur. Sofrada sirkeli salata bulundurulması iyidir. Çünkü sirke ve yeşillik hadis-i şerifle övülmüştür. Yeşil sebzelerin bulunduğu sofrada melekler hazır olur. Yemeklerin iyisini önce getirmelidir! Arzu edenler bunlardan çokça yer. Diğer yemeklere lüzum kalmaz. Halbuki midesine düşkün olanlar çok yiyebilmek için, önce diğerlerinin, sonra da nefis yemeklerin sofraya konmasıyla lüzumundan fazla yemek yemiş olurlar. En iyisi bütün yemekleri ortaya koymalı, herkes arzu ettiğini yiyebilmelidir. Misafir, güler yüz, tatlı dil, hoş sohbet ister. Bunlar yapılınca memnun olur. Misafiri kapıya kadar uğurlamalı! Misafiri uğurlarken (Memnun ettiniz, şeref verdiniz.) gibi güzel sözler söylemelidir!.

 

Misafirin görevleri
 
 

Misafirin gözetmesi gereken edeblerden bazıları şunlardır: Davete zamanında gitmeli, vaktinden önce gelmemeli, geç de kalmamalıdır! Misafirliğe gidecek olanın, evinde biraz yiyip gitmesi iyi olur. Böyle yapmak sünnettir. Sırf yemek yimek için gitmediği belli olmalı, ev sahibini memnun etmek için gittiği anlaşılmalıdır!
Misafir, sağına soluna bakmamalı, sıkıntı vermekten, ev sahibini külfete sokmaktan çekinmelidir. Ev sahibinin izni olmadan bir başka misafire birşey ikram etmemeli, odada kimseyi rahatsız etmemeli, ev sahibinin gösterdiği yere oturmalıdır. Ev sahibine muhalefet, programı aksatabilir.
Sofrada edebli olmalıdır! Resul-i Ekrem, yer sofrasına bazan diz çöker, bazan da sağ ayağını bükerek sol ayağı üzerine oturup, (Yaslanarak yemek yemem! Ben bir kulum; kul nasıl yerse öyle yer, nasıl oturursa öyle otururum.) buyururdu.Yaslanarak yemek yemek haram veya mekruh değildir. Başkalarının yanında mazeretsiz yaslanmak edebe aykırıdır.
Gelen yemeği ayıplamamalı, varsa bir kusuru söylememelidir. Mesela yemeğin tuzu biraz fazla olmuş veya biraz noksan olmuş dememeli, yemekten hoşlanmasa da, beğenmediğini belli etmemelidir!
Mevcut yemeğe kanaat etmeli, tuz ve su dışındaki şeyleri istememelidir! Atalarımız, (Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer.) buyurmuştur. Ekmeğe hürmet gerekir. Ekmeğe hürmet, ona katık aramamaktır. İnsanı ayakta tutan ve ibâdet etmeye imkan veren her yemek, berekettir; onu beğenmemek doğru olmaz. Sadece ekmekle sirke verilse küçümsenmemelidir! Hadis-i şeriflerde, (Sirke olan evin, başka katığa ihtiyacı yoktur.) buyuruldu.
Ev sahibinin veya arkadaşlarının hoşuna gitmeyecek hareketlerde bulunmamalı, tiksinti verecek hareket ve sözlerden uzak durmalıdır. Ev sahibinden, “Şunu, bunu getir” diye belli bir yemek istememelidir! Hatta ev sahibi, birkaç yemek ismi sayıp (Bunlardan hangisini hazırlıyalım?) diye bir teklifte bulunsa, külfetten uzak, sıkıntıya sokmıyacak şekilde daima kolay, ucuz ve zahmetsiz olanını tercih etmelidir! Çünkü (Resul-i Ekrem, muhayyer bırakıldığı iki şeyden daima ehvenini tercih ederdi) buyuruldu.
Misafir, gereği gibi ikram yapılamamış olsa da, gönül hoşluğu ile ve memnuniyetini ifade edecek şekilde ayrılmalıdır! Mesela (Çok memnun olduk, Allah razı olsun, evinizde oruçlular iftar etsin, yemeğinizi iyi insanlar yesin!) gibi duâ etmesi sünnettir.
Ev sahibinin müsaadesini almadan çıkmamalıdır! Hadis-i şerifte, (Allaha ısmarladık demeden ayrılan misafir, hırsız olarak girmiş, yağmacı olarak çıkmış olur.) buyurulmuştur.
Yatılı giden misafir, ev sahibine ağırlık vermemek için üç günden fazla kalmamaya, yük olmamaya gayret etmelidir! Ev sahibi samimi olarak ısrar ederse daha fazla kalınabilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Misafirlik üç gündür. Fazlası sadakadır. Bir misafirin, ev sahibini sıkacak kadar çok kalması helal değildir.)

 

Gözyaşı ve rahmet damlası
 
 

Günah işleyerek kalbi kararan, katılaşan kimseler, çok güldükleri hâlde, ağlayamazlar. Şefkat ve merhamet ehli olanların kalbleri rikkatlidir. Allahü teâlâyı çok sevenler, bu sevgiden mahrum kalma korkusu ile gözyaşlarını tutamazlar. Dünya menfaati için değil de, sırf Allah korkusu ile ağlamanın fazileti büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahı anarken, Allah korkusu ile gözünden yaş akana, kıyamette azap olmaz.)
(Allah korkusu ile ağlayan göze, cehennem ateşinin dokunması haramdır)
(Kıyamette herkes ağlayıp gözyaşı dökecektir. Ancak dünyada Allah korkusu ile, bir damlacık gözyaşı dökenler ağlamayacaktır.)
(Allah korkusu ile, gözünden yaş akan mümini, Hak teâlâ ateşten koruduğu gibi, ateşi de onun nurundan korur.)
(Allah için gözlerinden yaş akan müminin vücudunun, Cehennem ateşinde yanması haramdır. Bir damla gözyaşı ile yanağı ıslanan kimsenin yüzü, hiçbir zaman darlığa düşmez. Kıyamette her şey ölçülür, tartılır. Bunlardan Allah korkusu ile akan gözyaşı, ateş deryasını söndürecek güçtedir.)
(Vücudu Allah korkusu ile ürperen kimsenin günahları, ağaçtan yaprakların dökülmesi gibi dökülür.)
(Allahü teâlâ, buyurdu ki: “Benden korkup ağlıyarak yapılan ibâdet, diğer ibâdetlerden üstündür. Dünyada benden korkarak ağlayanı, Cennette ebedi güldürürüm.”)
(Allahü teâlânın, himayesinden başka himaye bulunmayan kıyamet gününde, himayesine aldığı yedi kimseden biri de, yalnız iken Allahı anıp gözünden yaş akan kimsedir.)
İbni Ömer hazretleri (Allah korkusu ile bir damla gözyaşı akıtmak, binlerce altın sadaka vermekten daha kıymetlidir) buyurdu. Yunus Emre de ağlamakla ilgili şöyle diyor:
Ağlamaktır benim işim,
Ağla gözüm şimden geri.
Irmak ola kanlı yaşın
Çağla gözüm şimden geri.

Hüda bize verdi sevda,
Sevmek oldu artık gıda,
Ele geçmez bu dünyada
Gülme gözüm şimden geri.

Düşün halin n’olduğunu,
Ömür gülü solduğunu,
Gece gündüz olduğunu
Bilme gözüm şimden geri.

Farisi bir dörtlük de şöyledir:
Ayrılık acısından kalbim kan ağlıyor,
Seni hatırladıkça, ciğerlerim yanıyor,
Neye bakarım, neyi düşünebilirim ki,
Gönlüm hep seninledir, gözüm seni arıyor.

 

Salih olmak için
 
 

Ali Ramiteni hazretleri buyuruyor ki: Salih bir kimse olabilmek için şu on şey gerekir:
1- Temiz olmalı. Temizlik iki kısma ayrılır: a- Zâhirî temizlik: Dış görünüşün temiz olmasıdır. Bu, bütün insanların dikkat edeceği hususlardandır. Giyecek, yiyecek, içeceklerin ve kullanılacak bütün eşyaların temiz olmasıdır. b- Bâtıni temizlik: Kalbin iyi huylarla dolu olmasıdır. Hased etmemek, başkaları hakkında kötülük düşünmemek, Allah düşmanlarını sevmemek, dostlarını sevmek gerekir. Kalb, Allahü teâlânın nazargâhıdır. Bu sebeple kalbe dünya sevgisi, mideye de haram lokma koymamalıdır. Bir hadîs-i şerîfte, (Haram yiyenin duâsı kabul olmaz.) buyuruldu. Kalb temiz olmazsa ibâdetlerin lezzeti alınamaz, Allahü teâlâya âit bilgilere yani mârifete, kavuşulamaz.
2- Dile sahip olmalı. Dilin uygunsuz sözleri söylemeyip susması, Kur’ân-ı kerîm okuması, emr-i ma’rûf ve nehy-i münkerde bulunması, dinin emirlerini yapmayı ve yasaklarından kaçınmayı bildirmesi, gibi. Peygamber efendimiz de, (İnsanlar, dilleri yüzünden Cehennem’e atılırlar.) buyurdu.
3- Kalabalıklardan uzak durmalı. Bu sebeple göz, haramlara bakmamış olur. Çünkü kalb, göze tâbidir. Her harama bakış, kalb aynasını karartır. Peygamber efendimiz, (Yabancı kadınlara şehvetle bakanların gözlerine, kıyamette erimiş kızgın kurşun dökülecektir.) buyurmuştur. Erkeklerin yabancı kadınlara, kadınların da yabancı erkeklere şehvetle bakması haramdır.
4- Oruç tutmalı. İnsan oruç tutmak sûretiyle meleklere benzemiş ve nefsini ezmiş olur. Bir hadîs-i kudsîde; (Oruç bana âittir. Orucun ecrini ben veririm. Sevâbı nihâyetsizdir.) buyurulmaktadır. Başka bir hadîs-i şerîfte de; (Oruç, cehennem’e kalkandır.) buyuruldu. Oruç tutarak gönlü huzura kavuşturmalı ve şeytanın yolunu kapatıp, siper hasıl etmelidir.
6- Allahı çok hatırlamak. Allahı hatırlamak için söylenecek en faziletli söz Lâ ilâhe illallah demektir. Bunu söylemeye devam eden, ihlas sahibi olur. İhlas; bütün işlerini Allah rızası için yapmak, dünyaya âit mal ve makamlardan hevesini kesip âhireti istemektir. İhlâslı kimse; “Benim tek gayem Allahın rızasıdır” der. Kur’ân-ı kerîmde de, (Ey îmân edenler! Allahı çok anın.) buyuruldu. (Ahzâb 41) Nefsin hep zararlı olan isteklerinden kurtulmak için devamlı Allahı anmalıdır.
7- Kalbe dikkat etmeli. Kalbe dört çeşit düşünce gelir. Bunlar; Rahmandan, melekten, şeytandan ve nefisten. Rahmandan gelen; gafletten uyandırır, kötü yoldan doğru yola kavuşturur. Melekten gelen; ibâdete rağbet ettirir. Şeytandan gelen günahı güzel gösterir. Nefisten gelen ise, dünyanın faydasız şeylerini istetir. Şeytanî ve nefsanî düşüncelerden kurtulmak gerekir.
8- Allahın hükmüne rıza göstermeli. Havf ve reca, yani korku ve ümit arasında yaşamalı. Çünkü imansız öleceğinden korkan, günah işlemez. Ayrıca mümin, cenneti ümit eder, salihlerle sohbet eder. Salihlerle sohbet, günahlara perde çeker, haramları gözüne kötü gösterir.
9- İyi hasletlerle süslenmeli. Yani Allahü teâlânın ahlakıyla ahlaklanmalıdır.
10- Helâl lokma yemeli. Allahü teâlâ, (Helâl ve temiz olanını yiyin.) buyurmaktadır. (Bekara 168) Peygamber efendimiz ise; “İbâdet on kısımdır, dokuzu helâli taleb etmektir.) buyurdu. Biri de bütün ibadetlerdir. Haram yiyen, günah işleme gücünü kendinde bulamaz. Helâl yiyen de, günah işlemez.


 
   
 


νυѕℓαтнüℓуα dakika saniye misafirimiz oldunuz.

Bilgileriniz





Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol